Damızlık Kızın Öyküsü / Margaret Atwood..

Ve bayanlar baylar, dizisinin ilk bölümünü izlediğim saliseden beri (evet dakika dahi olmadan! Nasıl bi vurulduysam!) okumak istediğim kitabı, nihayetinde bitirmiş bulunmaktayım. Bir kez daha vatana millete hayırlı olması dileklerimle :) naçizane yorumuma başlıyorum.
Bir kere, sanırım hemen ifade etmem yerinde olacaktır ki, bir ‘çok nadir bir şekilde yapımın kitaptan daha iyi olma’ durumu ile karşı karşıyayız sayın dostlar. Evet çok ama çok şaşırtıcı bir şekilde. En azından benim için. Çünkü şahsım adıma olay şöyle vuku buldu:
Bilenler hatırlayacaktır ki, dediğim gibi dizinin ilk salisesinden itibaren kitabı okuma arzusuyla yanıp tutuşunca hemen aramalara başladım. Bazen takık oluyorum ilk baskısını illa okuyacağım diye, bunda da öyle. Önce baktım ki Türkçesi Afa Yayıncılık’tan (sanırım şu an kapanmış bir yayınevi) çıkmış 1992 yılında (orijinal basımından 6 sene sonra). Çevirenleri Sevinç ve Özkan Kabakçıoğlu olarak. Çok sade, klasik bir kapak ile. Nitekim o yayınevinin bendeki birkaç başka yazarın kitabının kapağının da aynı tarzda olduğunu gördüm. Ancak gelin görün ki yayınevi kapandığı ve dizi de deli popüler olduğu için o baskının ikinci elleri karaborsa olmuş! Hoş bir kitap için, hele ki klasik bir kitap için razıydım normalden fazla vermeye, ancak sağ olsun abartarak fiyat artışına devam ettikleri için vaz geçtim. Neyse efendim benim az daha uzatmaya devam edeyim :) Dediğim gibi dizinin ivmesi ve kitaba yeni baskı talebiyle Doğan Kitap olaya hemen el atıp bu yıl (2017) basıma başlamış. (Bu sefer çevirmenlerimiz de biraz ‘edit’ olmuş olaraktan; Sevinç Altınçekiç ve Özcan Kabakçıoğlu şeklinde yer almış).
Ancak o nasıl bir başlama! Bir kitap kapağı yapmış ki akıllara ziyan. Şimdi tasarım yapmamın ne kadar zor bir olay olduğunu bilmiyor değilim. Onlara kötü bir söz de söylemek asla istemem. Benim için, konu kitap kapağı olunca, tek kriter yabancı muadilleridir. Nitekim bu kitabın da 1985’te basılan ilk baskısı dahi bunun yanında muhteşem. Hatta sonraki tüm İngilizce ve diğer dillerinin kapaklarının yanında halen ilk baskınınkini tek geçerim. Çünkü hem cuk oturmuş, hem sade, hem güzel. Hatta hatta yeni İngilizce baskıların kanımca yine en güzeli, o ilk baskınınkini modernize etmiş olan tasarım olmuş.
Dolayısıyla, çok garip bir şekilde elim bir türlü almaya gitmedi. Aynı şekilde İngilizce’sinin sevdiğim kapaklı baskısına erişemeyince, olaya e-kitap üzerinden gideyim dedim. Şaka gibi ama onun da kapağını beğenmedim. Olaylar birbirini izleyince inada bindirmiş oldum bir anlamda, sizin anlayacağınız :) Ve mucizevi bir şekilde, dostlar sağ olsun e-kitap isteğime, hiç kapak sorunsalımdan bahsetmememe rağmen, Afa’nın baskısı ve kapağıyla cevap vermez mi! İnanamadım. İşte budur diyip başladım okumaya.
Ancak efendim, daha ilk sayfalardan bir afalladım. Nedeni ise konu değil, yazım oldu! O cümleler, daha kitabın destur başındaki imla hataları beni mahvetti. Bir kez daha inanamadım, bu sefer metne! Ayol Türkçe ve ben diziyi komple bitirmişim, insan anlamaz mı, idrak etmez mi. Yok edemedim. Cümleleri başa başa döne döne bir daha okuyorum ama konuya giremiyorum. Dedim ben bi de İngilizce’sinden deneyim (evet bu arada bir İngilizce halini de edindim). Çünkü daha önce, (çok saçma örnekler olacak ama) Harry Potter ve 50 Shades of Grey’de de aynısı olmuş, orijinal dile geçince ‘dünya varmış be!’ moduna geçmiştim. Bunda da sorun çeviridir belki dedim. Ancak bir inanamamazlık daha yaşadım ve İngilizce’de de öykünün içine bir türlü giremedim, kadının diline alışamadım. Meğer onun cümleleri öyle imiş, ifadeler o şekildeymiş, çevirmenin bir suçu yokmuş. E bi de sonuçta 85 tarihli bir kitap olunca az biraz İngilizce ifadeler de alışmadığım şekilde olunca, az biraz anlamda da zorluk çekmeye başladım. Zaten suçun çeviride olmadığını da anlayınca (sonuçta onlar napsın, vallahi yine iyi çevirmişler, buna da şükür; yalnız tabii ne çeviriler gördük, orijinallere yüz basar, orası ayrı ama bu da bu kadar, çok şükür) bendeniz yine Türkçe’sine geri döndüm. Ara ara yine gidip bazı yerleri İngilizce’den de göz attım ama sonuna kadar doğrudan çeviriden okudum efendim.
İşte bu nedenle de, kör topal sonuna kadar okusam da asla tam anlamıyla içinde kendimi kaybedip kaptırarak okuyamadım; dizi de olduğu gibi kendimi o akışının mükemmelliğinin ellerine teslim edemedim. Çok üzülerek ifade ediyorum ki, bir nevi, kitabını da okumuş olmak için okumuş gibi bir şey oldum :( Kısacası şöyle bir kanaat getirdim ki; eğer hiç dizisini bilmeseydim, olmasaydı, izlememiş olsaydım ve normal bir kitap gibi okusaydım; ya dil sorunundan ötürü başından bırakırdım, ya da okusam da hiç öyle dizideki kadar etkilenmez, şoklara gark etmezdim, beni vurmazdı, tokatlamazdı, karnımı yumruklamaz, rüyalarıma girmez, içime oturmazdı! Çünkü dizinin ilk salisesinden sonuncusuna kadar ben bunları hissettim. O yapım bana bunları hissettirdi. O yüzden de aşık oldum.
E belki de öyle olduğu için, sonuçta kitap 60-70’lerde geçtiği için, dizide doğal olarak zamanı 2000’lere adapte ettikleri için (e ben de 2017’de okuduğum ve de izlediğim için) yapımı daha çok sevmişimdir diyebiliriz. Ancak yine diyeceğim ki, o olağanüstü prodüksiyonlarına rağmen, başta Harry serisi olmak üzere, hele ki son senelerdeki tonla kitap uyarlaması film ve dizi olmak üzere; ne uyarlamalar seyrettik ki her şeyine rağmen kitabını yeğledik. Onun için bu açıklamayı-meşrulaştırmayı korkarım kabul etmiyorum. Tek durum yıl farkı olabilir ama onu da zorlamayla anca onaylarım.
Gelelim konuya.. bir kere sona yaklaştıkça daha da korkarak ‘aha yoksa dizi devam edemeyecek mi, bitiyo oğlum kitap!’ hezeyanı içine girdiğimi itiraf etmek istiyorum. (Çünkü o dizi hiç bitmesin, hep bizi yumruklasın, hep uyanık! tutsun istiyorum.) Öyle bir hisse girdim çünkü kitabın neredeyse yüzde yetmişinin hatta belki sekseninin, dizide olduğunu gördüm! O yüzden de resmen bir nevi dizi bitmiş, meğer sonuna dayanmış gibi hissettim. Hoş tabii bazı yan hikâyeler ve karakterler (hatta hadi azcık tüyo vereyim, June’nun annesi esas olarak) kitapta ilk kez karşıma çıktı ama onlar da çok bütünlüğü bozmayan nitelikte olduğu için, hani belki çıkardılar onları çok boğmamak için diye düşünüp korktum. Sonuçta sırf o ayrıntılarla yepyeni koca bir sezon çıkarılamazdı, çıkarılamaz gibi geldi en azından bana.
Öyle ki durup durup sayfa sayısına baktım durdum, ahan da bitti, ay ne olacak, ne fark olacak, 2. sezon olmayacak mı diye kendimi yedim :) (korkarım kitapta tek heyecanlandıran da bu, sona dayandığımdaki merak oldu :) ).
Ancakkkk...
DİKKAT DİKKAT !! SPOILER SPOILER...
Kitap, daha doğrusu öykümüz biter bitmez bi 15-16 sayfada (evet evet bu kadarcık) biten öykünün çooook sonrasına dair öyle enteresan bir analiz yapılması durumu (şimdi tam da demeden nasıl ifade edeceğimi bilemedim :/ ) yer aldı ki şaştım kaldım. Hemen çok mu çok farklı olması, hem konsepti gereği bilimsel-politik karışımı bir tema dahilinde sunulması, hem de mevzu bahis tercüme sıkıntısı nedeniyle koca kitabı okurken ki anlama zorluğuma eş değer (şuncacık sayfa!) bir zorlukla anlamlandırdım, anlamlandırmaya çalıştım! Öyle bir yoğunluk ve karmaşa (çok fazla konuya değinmesi anlamında) söz konusu ki bu kadarcık yerden rahat iki sezon çıkarır bunlar diye düşünmedim değil :) Zaten oyuncular 2. sezon için daha karanlık olacak yorumu yapmışlar! Bu bağlamda, yine ifade ettiğim üç sebep dolayısıyla söz konusu son kısmı dizi olarak izlemeyi çok isterim. Çünkü ancak sade sade, görsellerle, daha güncele uygun anlaşılır bir dille açıklana açıklana işlerlerse tam anlamlandırırım gibi geliyor. Bakalım hadi inşallah ;)
SPOILER BİTTİ...
Bu baba farklılık (en azından şimdilik) dışında, kitap ve dizi arasında dikkatimi çeken bir diğer durum ise ev sahibemizin yaşı oldu. Evet öyle ki, dizideki hanımımız gayet bakımlı, fit, yaşı da ya June ile aynı ya da az biraz ondan büyük denecek bir tasvire sahip. Ancak gelin görün ki kitapta baya (kendisini severim orası ayrı olmakla birlikte) Nurseli İdiz yaşlarında ve onun bakımsız kadınları oynadığı rollerdeki hâline benzer bir şekilde, tabiri caizse. Hoş tabii dizi olayı çok daha görsel bir olay. Dolayısıyla bu durum su kaldırır bir fark ancak gelin görün ki bir de hanımımızın geçmişteki mesleki durumu farkı var ki o bayağı göze batar vaziyette! Zira dizideki karakterimiz; hareketi vakti zamanında besleyen bir aktivist durumu ve entellektüel sayılabilir bir kariyeri var şekilde çizilmiş ve çok da olaya uygun bir ‘arkaplan’ resmi ortaya konmuş iken bunu hiç desteklemeyen bir portreye sahip hâlde kitapta resmedilmesi çok şaşırttı açıkçası beni.
Farklı karakter portresi deyince, ayrıca June kızımızın da kitapta kişilik olarak çok daha pasif bir karakter olarak yer aldığını; kendisi dışında annesine inanılmaz yer verildiğini ve bu durumun pek çok noktaya kendisinden bağlantı yapıldığını da eklemem gerekiyor. Ayrıca kadın deyince de kitapta, en azından 1. Sezon itibariyle dizide yer almadığı için, ‘ekonokadınlar’ adlı bambaşka bir kadın grubu tipinin de (ev hanımları, damızlıklar, hizmetliler dışında) mevcut olduğunu ve hatta farklı bir elbise koduna! sahip olduğunu da not düşmem gerek. Bu noktada gerek anne karakterinin, gerek ekonokadınların bile tek başına 2. Sezon için baba (ya da daha doğrusu ana :) ) malzemeler olabileceği bir gerçek.
[Bir anacaddeye açılan köşeyi dönüyoruz, burada trafik daha fazla. Arabalar geçiyor, çoğu siyah, kimisi de gri ve kahverengi. Sepetli başka kadınlar da var, kimisi kırmızı, kimisi Martha’lann donuk yeşili içinde; kimisi de çizgili elbiselerini giymiş, kırmızı ve mavi ve yeşil ve ucuz ve yırtık pırtık, bunlar daha fakir erkeklerin karılarını belirliyor. Ekonokadın deniliyor onlara. Bu kadınların ayrı ayrı işlevleri yok. Her şeyi yapmak zorundalar; yapabilirlerse. Bazen de tamamen siyahlar içinde bir kadın geçiyor, bir dul. Eskiden çok vardı onlardan, ancak görünüşe bakılırsa azalıyorlar.]   [s. 22. (kitap: 32)] 
Kişiler dışında, somut nesnesellik anlamında ise oldukça önemli olduğunu düşündüğüm iki fark da yer alıyor. Tabii bunlar da gelecek sezonda irdelenmesi çok mümkün unsurlar. İlki ‘televizyon’! Evet belki de bir iletişim aracı, medya olarak televizyonun şu anki toplumsal düzende artık biricikliği olmadığı ve kitap 80’leri takip eden yakın bir gelecekte geçerken; doğal olarak diziye uyarlaması 2017’i izleyen bir yakın gelecekte geçer şekilde olduğu için tv’nin göze batar bir konumu yer almıyor. Hatta diziyi ülkemizde, sadece BluTv adlı bir app üzerinde izleyebildiğimizi düşününce çok da normal. Tersi olsa absürt olurdu zira.
Diğer somut obje olayı ise (yine 2. Sezonda olabilitesi ile) yaşanan çevredeki, dünyadaki, topraklardaki bitki örtüsüne ve devamında tarıma dair yaşanan ‘tükenmişlik’ durumu. Oldukça üzücü ve de gerçek dünyada da olması çok muhtemel bir iç burkuculuk söz konusu sizin anlayacağınız :( Tüm bu durum da geçmişteki uzun vadedeki gelişimi ile büyük bir ‘aksiyon’ alınması gerekliliğinin doğmasına bağlanıyor ki sormayın gitsin :(
Son olarak ise tüm kitaptan uyarlamalarda olasılığı normal olan zamansalık bazlı kurgu düzenindeki fark dikkat çekiyor. En azından benim açımdan en barizi, kızımızın komutanla atıldığı macera ile Nick oğlumuzla yaşadığı durumun sıralamasının değişik vuku bulması çok enteresan geldi. Bir de Nick demişken, sanırım gelecek sezonda June’un durumu değiştirilmezse; kitapta Nick’e olan yaklaşımı ile dizidekinin çok daha farklı olmasının anlamını tartışabiliriz! Şaşırtıcı zira.
Fazla bile yazmış olmakla birlikte, bu ifade ettiklerim dışında da bayağı kitap-dizi farklılıklarının mevcut olduğunu da dipnot düşerek iznimi istiyorum. Umarım fazla sürpriz bozanlık yapmamışımdır. Öyle olduysa şimdiden özür diliyor, sizi kitaba davet ediyorum. Çünkü sizlerle yorum değiş-tokuşu yapmayı sabırsızlıkla bekliyorum.
Meraklısına: Durup durup bahsettiğim, kitabın dizi uyarlamasına dair yazımı da okumak isterseniz şuracığa tık edin derim ;)
Kitapta altını çizdiğim yerleri ise çok da sürprizi bozmadan şu şekilde sıralamak isterim:

  • Ya da, Rita’nın ekmek yapmasına yardım ederdim, ete çok benzeyen o yumuşak, direngen sıcaklığa ellerimi batırarak. Bir şeye dokunmaya açım, kumaş ya da ağaç dışında bir şeye. Dokunma edimini gerçekleştirmeye açım.  s. 8. (kitap: 18)
  • Arka kapıdan çıkıyorum, geniş ve düzenli bahçeye: ortada bir çimenlik alan, bir söğüt ağacı, söğüt ağacının boynu bükük çiçekleri; kenarlarda çiçek tarhları, içlerinde, solmakta olan nergisler ve etrafa renk saçarak çiçek açan laleler. Laleler kırmızı; saplarına doğru daha koyu, sanki kesilmişler de oradan iyileşmeye başlıyorlar gibi. ss. 9-10. (kitap: 18-19)
  • Kolayca ulaşılabilecek küçük hedeflere sahip olmak iyi bir şey. s. 10. (kitap: 20)
  • Gilead Cumhuriyeti, derdi Lydia Teyze, sınır tanımaz. Gilead içinizdedir. s. 22. (kitap: 32)
  • Birden fazla özgürlük çeşidi vardır, derdi Lydia Teyze. Bir şeyler yapma ve bir şeylerden sakınma özgürlüğü. Anarşi günlerinde, bir şeyler yapma özgürlüğü vardı. Şimdiyse size sakınma özgürlüğü veriliyor. Azımsamayın bunu sakın. s. 23. (kitap: 33)
  • Geçmişi düşünürken seçtiğimiz şeyler güzel olanlardır. Her şeyin bu biçimde olduğuna inanmak isteriz. s. 30. (kitap: 40)
  • Bir öyküyü sadece kendine anlatamazsın. Her zaman bir başkası vardır. Hiç kimse olmasa bile. s. 37. (kitap: 50)
  • Hatırlayamıyorum. Bu tür şarkılar artık herkesin arasında söylenmiyor, özellikle özgür gibi sözcükler içerenler. Aşırı tehlikeli diye kabul ediliyorlar. Yasadışı mezheplere ait bu şarkılar. s. 50. (kitap: 60)
  • Bunu yaptığımız sürece, yani tenimizi yumuşak tutmak için yağlandığımız sürece, bir gün dışarı çıkabileceğimize, bize tekrar, aşkla ya da arzuyla, dokunulacağına inanmayı sürdürebiliriz. Kendimize ait ayinlerimiz var, özel şeyler. Tereyağ cıvıklaşmış, ekşiyecek ve ben küflü bir peynir gibi koşacağım; eskiden dedikleri gibi, en azından organik bir koku. Bu tür şeylere kadar düştük. s. 91. (kitap: 105)
  • Sanırım ürkütücü bulmuştuk bunu.
 Moira yanları açık bir asansör gibiydi. Başımızı döndürüyordu. Özgürlük tadını kaybetmeye, bu duvarları güvenli bulmaya başlamıştık bile. Atmosferin üst katmanlarında parçalanır, buharlaşırsınız, sizi bir arada tutan bir basınç olmayacaktır. ss. 126-127. (kitap: 152-153)
  • Karanlıkta ayağa kalkıyor düğmelerimi açmaya başlıyorum. Sonra bir şey duyuyorum, bedenimin içinde bir yerlerde. Bir şey kırdım, bir şey çatladı, böyle olmalı. Yüzümde kırılan yerden yükseliyor gürültü, dışarı uğruyor. Uyarmaksızın: Burayı, orayı ya da herhangi bir şeyi düşünmüyordum. Gürültünün dışarı çıkmasına izin verirsem bu gülmeye dönüşecek, aşırı yüksek, çok fazla, birisi mutlaka duyar, ardından aceleyle koşan ayak sesleri ve emirler ve kim bilir başka neler olacak! Hüküm: duruma uymayan coşku. Gezgin rahim, diye düşünürlerdi eskiden. Histeri. s. 138. (kitap: 168-169)
  • Susturulanlar duyulmak için yaygara koparacaklardır, sessizce de olsa. s. 142. (kitap: 161)
  • Oysa şimdi anımsıyordum. İçlerinde olan şey vaatti. Dönüşümlerin ticaretini yaparlardı; yüz yüze bakan iki aynadaki yansılar gibi genişleyen, kaybolma noktasına dek suret suret üstüne uzayıp giden, sonsuz bir olasılıklar dizisi önerirlerdi: Macera macera üstüne, gardırop gardırop üstüne, gelişme gelişme üstüne, erkek erkek üstüne. Yeniden gençleşme, üstesinden gelinip aşılan acı ve sonsuz aşktı önerdikleri. Sundukları gerçek vaat, ölümsüzlüktü. s. 146. (kitap: 180)
  • O sıralarda durduk yerde ağlamaya başlamıştım. s. 173. (kitap: 207)
  • ‘O piçlerin seni unufak etmesine izin verme.’ s. 183. (kitap: 215)
  • Aşık olmak, dedim. Aşka düşmek, hepimiz yapardık o zaman, şu ya da bu şekilde. Onu nasıl hafife alabilmişti böyle? Küçümsemişti hatta? Sanki bizim için önemsizmiş bir gösteriş bir kaprismiş gibi. Aksine zahmetliydi. Temeldeki şeydi; kendinizi anlamanızın yoluydu; eğer başınıza hiç gelmediyse, bir kez bile, mutasyona uğramışsınız demektir, dış dünyadan bir yaratık. Herkes bilirdi bunu. 
  • Aşık olmak, derdik; ona düştü gönlüm. Düşen kadınlardık biz. Buna inanırdık, aşağı doğru olan bu harekete: öylesine sevecen, uçmak gibi, ancak aynı zamanda öylesine ürkünç, öylesine sıra dışı, öylesine beklenmedik. Tanrı aşktır, derlerdi bir zamanlar, ancak biz bunu tersine çevirmiştik ve aşk, cennet gibi, hemen elimizin altındaydı. Yanı başımızdaki o özel erkeği sevmek ne denli güçse, o denli çok inanırdık Aşka, soyut ve bütüncül. Bekliyorduk, her zaman, cisimleşmesini. Bu sözcüğün ete kana bürünmesini. s. 218. (kitap: 257)
  • Waterford ve Judd, ikisini de bizim için ilginç kılan özelliklere sahipler. Waterford, piyasa araştırması konusunda birikime sahip ti ve, Limpkin’e göre, kadın giysilerinin dizaynıyla Damızlık Kızların kırmızı giymeleri önerisinden sorumluydu; görünüşe bakılırsa, İkinci Dünya Savaşı döneminde Kanada’daki "POW" kamplarındaki Alman esirlerin üniformalarından ödünç almıştı bu kırmızı fikrini. s. 296. (kitap: 346)
  • "Büyük hatamız, onlara okumayı öğretmekti. Bunu bir daha yapmayacağız." s. 297. (kitap: 347)
  • *Jezebel’in Yeri: Eski İsrail kralı Ahab’ın karısı Izabel. ‘Şirret kadın’ anlamı da vardır. s. 305.
  • [Bu vesileyle, hem Jezebel’in Yeri bölümünün kitapta ve dizide o kadar farklı yerlerde yer aldığını ancak kurguda muhteşem bir yaratıcılık yaptıklarını; hem de kitaptaki gece giysisi ile dizidekinin devasa farkının da modanın ne kadar değiştiğine, estetik-güzellik anlayışlarının ne kadar farklılaştığına dehşet bir örnek oluşturduğunu da söylemeliyim. Yoksa içimde kalır :)] 
  • Oturma odası kapısını ve yemek odasına giden kapıyı geçerek holde yürüyor ve holün sonundaki kapıyı açıp mutfağa giriyorum. Burası artık mobilya cilası kokmuyor. Üstü beyaz emaye ile kaplı mutfak masasının yanında Rita duruyor. Üzerinde geçmişe ait bir operatörün elbisesine benzer donuk yeşil, bildik Martha elbisesi var. Bu elbise biçim, uzunluk ve gizleme açısından benimkine çok benziyor, ancak bir önlüğü var, beyaz kanatlar ve peçesi de yok. Peçeyi dışarı çıktığında takar, ancak kimse bir Martha’nın yüzünün görülmesine pek aldırmaz. Elbisesinin yenleri kollarının kahverengiliğini açığa vurarak dirseklerine kadar sıyrılmış. Son yoğurma ve biçim verme için somunları masaya atarak ekmek yapmakla meşgul. (kitap: 15-16)
  • Bariyerin arkasında, dar geçitte, bizi bekleyen iki adam var, İnanç Muhafızlarının yeşil üniforması, omuzlarındaki arma ve bereleriyle: iki kılıç, çaprazlanmış̧, beyaz bir üçgen üzerinde. Muhafızlar gerçek asker değiller.  (kitap: 28) 

Comments