The Square..

Şimdi efenim, film bildiğiniz üzere bu yılın Oscar listesinde, İsveç adına ‘yabancı dilde en iyi film’ adayı beş yapımdan biri. Zaten bu aday kategorideki filmi izleyeceksek kafadan biliyoruz ki, festival filmi tadında, toplumsal vb. anlamda eleştirel ve genel sinema endüstrisinin yanında garip kalacak bir niteliğe sahip olması çok muhtemel. Nitekim Kare de tüm bunları bünyesinde barındırıyor. Ee peki güzel mi barındırıyor derseniz; tüm garipliğine, tuhaflığına rağmen, bunun bir nedeni olduğunu bilerek izliyorsunuz ve son kertedeki sözel tahlilleri ile birlikte olayı kavrayarak (toplum olarak tokadı da yiyerek!) beğendiğimizi (en azından benim için) söylemem gerekiyor.
Her ne kadar, şahsen bizim Türk milleti açısından, toplumsak tokat tam yerine oturmasa da ee bize de bir dokundurması var. Ancak esas anlamda, bir İsveç filmi olmasından mütevelli, Batı ve özellikle de o soğuk Kuzey ülkelerinin insanlarına çok ağır bir gönderme yapıldığı kanaatindeyim. Tabii anlayana. Sonuçta mülteciler konusunda, vakti zamanında Yugoslavya konusunda yaptıkları, daha doğrusu yapMAdıkları ortada! Bunun kendi mikro toplumsal yapılarında da benzer olduğunu görmek hem şaşırttı, hem de ‘onlara böylelerse diğerlerine tavırları çok normalmiş meğer’ dedirtti. Ancak bizim toplumumuzda, benzer konseptte olmasa da aynı durumun mevcut olduğu da bir gerçek. Birçok yaşamı, görmeyerek yok saydığımız, onu çözmeye yanaşmamamız, çözülmesi için yeterli çabayı göstermediğimiz ne yazık ki doğru. (Çuvaldızı kendime de batırıyorum).
Tabii bireysel olarak, filmdeki kahramanımız gibi kendi absürtlüklerinin farkında olanlar, en azından kendilerini değiştirmeye çaba gösterenler yok değilmiş meğer. Bu bağlamda, yukarıda ifade ettiğim üzere, filmin sonlarına doğru bir konuşma sahnesi var ki bence oldukça çarpıcı ve yerinde idi. (Ben adamı sevdim ve onun adına çok üzüldüm :( Yazık vallahi.) Ve yine sonlara doğru, bir gazetecinin yorumları da inanılmazdı. Çat çat çat vurdu tokatları vallahi. Aslında yanlış gibi görünse de, şöyle bir durum düşünüldüğünde bence çok doğru tespitlerdi. Political correct muhabbetinin Amerikanyayı getirdiği nokta malum. Sonuçta nereye kadar.
Bu arada eleştiri oklarının sosyal medya konseptlerine, sosyal medya ajanslarına yönelik olanları da inanılmazdı. Aynı şekilde youtube’a atılan tokat da cuk olmuş yani. İçerik miçerik vız gelir, mühim olan tıklanma sayısı demek ha!
Kısacası altta yatan metinlerini okumak, çağcıl ‘modern!’ topluma yapılan eleştirileri görmek için konmasının bir anlamı olan o absürtlüklerini izleyebilirseniz (ki izlemenizi isterim, izlemelisiniz) bence bir şans verin derim. Hatta herkes o tokadı yesin diye Oscar’ı alsın da isterim. (Daha izlemediğim bir filmim daha var, orası ayrı ;))
Meraklısına 1: Hatta kesin, anlamadığım daha kim bilir ne alt metinler vardır diye de düşünmedim değil. Ancak bu bile yetti, yetiyor :)
Meraklısına 2: Yönetmenimiz Ruben Östlund, meğer 2016’da da Force Majeure adlı (yine garip olan bir toplumsal eleştiri filmi) ile aynı adaylığa sahip olan kişiymiş! Bakalım bu sefer olacak mı :)

Comments